Güneş tepesinde dururken, çalışmak kolay değildi. Cebinden çıkardığı beyaz mendili ile alnındaki teri sildi. Fellah gençten bir delikanlıydı. Hasat zamanı geldiği için, tarlalarla ilgilenmesi gerekiyordu. Üç- beş kuruş para kazanmak hoşuna giderdi gitmesine de bir de şu sıcaklar olmasaydı. Bugün nasıl olduysa şapkasını takmayı unutmuştu. Ne oldu da unuttum acaba diye düşündü. Annesi tarlada biraz atıştırması için azık vermişti. Şapkayı uzanıp tam alacağı sırada eline azığı tutuşturmuştu sanırım o zaman olmuştu. Yapacak bir şey yok dercesine başını salladı ve işine devam etti.

Saat üçe geliyor olmalıydı, güneş kızgınlığını üzerinden atmıştı. Karnı acıktığını fark etti. Traktörün bir kenarında duran azığı aldı, traktörün dibine çöktü. Orası gölgede kalmıştı. Azığın ağzını açtı. Yere serdiği küçük örtüyü yaydı. İçinde ekmek, taze soğan ve biraz tuz vardı. Anası küçük bir kavanoza ayran yapmıştı.

-“oh, mis!” dedi. Çok yorulmuş, çok acıkmıştı. Gölgede kalan ayran, annesinin koyduğu gibi kalmayı başarmıştı. Soğuk ayran çok iyi gelmişti.  Ayranı da bitirince Fellah her şeyi topladı, kaldırdı. Biraz uzandı. “Şöyle tavşankanı bir çay nasıl güzel giderdi” dedi. Sonra gözlerini kapattı. Aklına sevdiği kız geldi. Onu gelinlikler içinde hayal etti. Her taraf süslü, bayram yeri gibiydi. Damatlıkta pek yakışmıştı. Yan yanaydılar. Sonra piste çıktılar, çiftetelli oynamaya başladılar. Hep onunla kır düğünü yaptıklarını düşünürdü. Fakat bir anda aklına olumsuz düşünceler düştü, suratını eğerek, gözlerini açtı.“ Düğün yapacak param yok, ah ulan ah!” dedi. İçine bir acı çöreklendi. Yerden bir hışımla kalktı. Hırsla tekrar işe koyuldu. Utanmasa ağlardı. Sadece mesele bu olsa aynı zamanda babası da evlenmesini istemiyordu. Çünkü bütün işlere fellah koşardı. Daha yirmi bir yaşındaydı. Babası onu çiftlik işlerinde çalıştırıyordu. Liseyi bitirmiş, üniversiteyi okuyamamıştı. Oysaki okumak hayaliydi. İstese de okuyamazdı. Babası bırakmazdı ki…

Fellah gelecek kaygısı içerisinde buğdaylarla uğraşıyordu.  Bazen buğdayların arasında bir gölge belirir gibi oluyordu. Başını kaldırdığında gözlerinin önüne; uzun, ince, bir içim su, güzeller güzeli Gül İpek belirirdi. Beyaz gömleği, renkli çiçekli şalvarı, başındaki yazması ile. İsmi gibi gül kokulu, ismi gibi ipek teni, bembeyazdı, güzelce. Fellah artık güneşten terlemiyordu ama Gül İpeği düşünmek kendinden geçiriyordu. Su şişesini kafaya dikti, bir dikişte bitirdi. Artık saat beşti, eşyalarını topladı, traktöre bindi. Ve oradan ayrıldı.

Anasına çıtlatmıştı, anası da ağız aramak için komşuları davet etmişti. Gül İpeğin annesi de davetliler arasındaydı. Kadın sabahtan erkenden kalkıp, evi temizlemiş toparlamıştı. Saçta börek yapacaktı, yer sofrasının başına geçti. Malzemeleri aldı, hamuru oklava ile açmaya başladı. Hamuru açtı, içine malzemeyi koydu. Hazır ettikten sonra kızına verdi. O da hemen yanında duran sacın üzerine atıverdi. Bir sağ- bir sola çevirdi, uzunca pişmesini bekledi sonra aldı. Ana- kız bir buçuk saatte yirmi tane kete yaptılar. Patatesleri de ocağa koymuştu. Olmuşlar, hemen ocaktan aldılar.  Yeşilliklerle dolu kâsenin içine aceleyle patatesleri de eklediler. Sıcacık çay, peynir, zeytin koydu sofraya bir de. Her şey tamamdı, kızı süslenmeye gitmişti. O da yeni bir entarisi vardı onu giyindi. Misafirler, çaylar hazırlanırken, hoş sohbete başlamışlardı. Masaya oturduklarında çatal bıçak sesleri ile kahkahalar birbirine karışırken, kadın lafın arasını bulup Gül ipeği sormayı başarmıştı. Herkes hem fikirdi güzelliğine…

Kızın anası:

-“  Kocam kızımı vallahi de billahi de okumamışa vermem” diyor dedi.

-“Köyde okumuş adam bulmak zor” dedi kadın. Komşulardan biri hararetle çayını içerken:

-“ Remziye’nin oğlu elektrik mühendisi ya! Sonra Rüstem de bir şirkette idare amiri olarak çalışıyor” dedi.

_ “Aman idare amiri de okumuş mu?” diye dalga geçer gibi sordu. Komşu kadın okudu diye cevap verdi.

– “Ne yani kızı bunlara mı vereceksin şimdi?” diye sordu fellahın anası. Kadın bir şeyler sezmiş ancak naifçe cevap vermişti:

-“Bu işler kısmet işleri, neye niyet edersin neyi yaşarsın! Bir de bizim kız nasıl bakar bilmem ben!” dedi. Fellah’ın annesi rahatlamıştı.

-“ Kızım, Hatice ablanın çayını doldur” dedi yumuşak ses tonuyla, gülümseyerek. Kız yerinden kalktı hemen kadının ve diğer kadınların bardağını doldurdu.

Fellah’ın kardeşi çok güzeldi. Ancak kadın tıpkı Gül İpeğin annesi gibi kızına kıyamıyordu. Hatta kız mutfağa gittiğinde kadınlardan yaşı biraz geçkin olan:

“Bu kıza yazık edeceksin. Bak sen de kimseye vermiyorsun!” dedi.

“ Kimseyi beğenmemek değil benim ki, ben kızımdan ayrılamıyorum” dedi.

Kadınların hepsi birden gülmeye başladı. Yaşı geçkin olan:

-“ Turşusunu kur, o zaman!” dedi. Kadının gülerek böyle söylemesi karşısında fellahın annesi önce bir buz kesti. Gerildi. Herkes nefesini tuttu. Gerginlik hissedilecek gibiydi. Sonra kadın gülerek:

-“Turşuyu da çok severim!” dedi. Kadınlar tekrar gülmeye başladılar. Gül İpeğin annesi gülerek:

-“ Vallahi kararlı gördüm turşusunu kuracak!” kadınlar yine gülmeye başladılar. Kız içeri girdiğinde hiç ona belli etmediler.

Akşam kapıdan herkes mutlu ayrılmıştı. Çok eğlenmişlerdi. Fellah’a olanı biteni anlattığında biraz bozulmuş olsa da, kızın annesi açık kapı bırakmıştı. Fellah umutsuz değildi, yine hayaller içinde yatmıştı.

Ertesi gün yola düştüğünde sabahın erken saati idi. Köy yerinde herkes erken kalkardı, köy işleri beklemezdi ki. Sabah ezanı okunur okunmaz, evlerde tıkırtılar başlardı. Horoz sesleri, ineklerin sesleri kuş sesleri hepsini birbiri ile karışır farklı bir armoni oluşurdu. Çeşme başında toplanan köy kızları kendi aralarında şakalaşırdı. Hele bir yakışıklı geçmesin daha da gülüşmeler artardı. O sabahta çeşme başında arkadaşları ile birlikte Gül ipekte vardı. Fellah çeşmenin oradan geçerken başını kaldırıp sevdiği kıza bakamamıştı. Yüzü kızarmış heyecanlanmış ve utanmıştı. Fakat Gül İpek onun ilgisinin farkındaydı. Fellah gülüşmeleri duyunca daha da utanarak hızlıca yürüyüp gitti.  

Tarlada çalışırken aklında yine o vardı. Gül ipeği düşünüyordu. Bir türlü onun yüzünün güzelliğini ve beyaz tenini unutamıyordu. Sıcak yine çok sıcaktı… Alnındaki güneşin ıslattığı suyu temizledi. Aklına geleni yapmalıydı. Saatlerin geçmesi için sabırsızlanıyordu. Sonunda akşam olduğunda koşturarak eve gitti. Annesi yemeği hazırlarken, eve girer girmez odasına çıktı ve kâğıt –kalem aradı. Kenarda bir yerlerde hırpani görünümlü kâğıtları buldu, fazla iyi yazmayan bir kalemi de başka bir köşede buldu.  Duygularını saklamak istemiyor, söylemek istiyordu. Sürekli onu düşünüyordu. Mektubu kısa ve net bir şekilde yazmıştı. Onun da duygularını öğrenmek istiyordu. İki gün sonra sabah erken bir saatte kızı çeşme başına çağırmıştı. Fakat mektubu kiminle gönderecekti? Bu işi kim yapabilirdi? Eline yüzüne bulaştırmayacak biri olmalı. Sofraya oturduğunda herkes masadaydı. Karşısında kardeşi vardı. Gözleri parladı, bulmuştu. Kız kardeşi sofrayı kaldırırken, onu kolundan çekti ve odasına soktu. Kızcağız şaşkın, ağabeyinin suratına bakıyordu.  

-“Korkma, kız! Senden bir şey isteyeceğim ama aramızda” dedi. Kız rahatlamış bir şekilde, ne istediğini sordu. Fellah, kardeşine durumu anlatınca kız itiraz etti. Sonra fellah yalvar yakar kızcağızı ikna etti. Kardeşi akşamın bir saati Gül İpeğin evinin yolunu tuttu. Onu dışarı çağırdı. Gül İpek, siyah saçlarını eşarbın altından salmıştı. Kız biraz konuştuktan sonra kitap istemiştin diyerek uzattı. Şaşkın bakışlarla kitabı almış, fellahın kardeşi Sevda ona göz kırpmıştı.

Gül İpek, Sevda’dan kitabı alırken, ne olduğunu anlamayan bakışlarla bakmış yine de kızın zor durumda olabileceğini düşünerek sesini çıkarmamıştı. Odasına gittiğinde hemen aldığı kitabı açtı, içini karıştırdı ve mektubu buldu. Biraz kırışmış bir kâğıt olsa da yazılanları okuyabiliyordu. Mektup bittiğinde, kâğıdı katladı ve kitabın içine tekrar koydu. Kapı açıldı. Telaşla kitabı arkasına sakladı. Bir müddet sonra genç kız, ne olduysa ağlamaklı oldu. Pencereye yaklaştı. Gökyüzüne doğru baktı. Yıldızlar parlaktı. Köyün karanlığında sadece birkaç ışık dışında köyü yıldızlar aydınlatıyordu. Elini kaldırsa yıldızları tutacak gibiydi…  Başını pencere kenarına koyduğu sırada, bir ışığın hızla ilerlediğini fark etti. Yıldız mı kaymıştı? Ona mı öyle gelmişti? Bir dilek dilese ve tutsa… Saçları rüzgârın esintisinden savruluyordu. Köye bakarken, yüzünde alaycı bir gülümseme belli belirsizdi. Sevdiğin adamla evlenmek mucize burada diye düşündü. Hep kadınlar mutsuz, sevmedikleri adamların koynunda, hayatlarını harcamışlar. Derin düşünceler içinde pencereyi kapattı, perdeyi çekti. Yatağına yattı. Biraz hüzün, biraz umut…

Bir kişi daha vardı pencereden dışarıya bakan ve yıldızları seyreden… Aynı saatte, aynı gökyüzünün altında hem de. Herkesin bir dileği vardır. Acaba yıldızlar biliyor muydu bir dilek niyeti taşıdıklarını? Kim bilir…

Fellah, sabırsız, heyecanlı ve uykusuz bir geceden sonra ertesi gün cevap bekledi. Bekledi, bekledi, bekledi.

Bu bekleyişte ki çaresizlik, acı, umut yüreğini hoplatıyordu. İki gün, kocaman iki gün içi içini kemiren, cevapsız bırakılan mektup değil kalbiydi.  Bu bekleyiş bitmiyordu. Fellah sabretmesi gerektiğini düşünerek işin büyüsünü bozmamaya karar verdi.

Kendini oyalamak için akşamları dışarı çıkmaya başladı. Sadece beynini kemiren bir soru değildi, benliğini de saran bir şeydi. Okey taşını fırlatırken, bir arkadaşına bakarken, su içerken, bir şey satın alırken, yürürken, uyurken, rüyalarında bile…

Beklemek, bekleyen için neden zor demek değil de gelmek niye zor? Bir cevap vermek neden bu kadar zor diye kendi kendine söyleniyordu. Karşısında olsa utacağını bildiği için mektup yazmıştı. Şimdi ise, öğrenemedi bile cevabı. Göz göze olsaydı bilirdi. Mesela; sıcak bir gülümseme olurdu yüzünde, gözleri parlardı sevinçle. Fakat lanet bir mektup yazmıştı. Elini pencerenin kenarına koymuş, başını da elinin üzerine koymuştu. Sonra elini çekti. Çerçeve ’ye başını vurup duruyordu. Başını vurduğu yerden, sızan suları hissetmişti. Elini başına götürdü. Kandı. Elleri kandı. Baktı, baktı… Deli oğlan yere düştüğünde, çıkardığı “ah” diye inleme sesini duyup meraklanan kardeşi bulmuştu onu. Telaşla babasına seslendi. Hemen hastaneye gittiler. Başına dikiş atıldı deli oğlanın. Köyde herkes her şeyi bilir bazıları da hemen dedikoduya başlardı. O dedikodu döner dolaşır gelirdi insanın kulağına, kaçış yoktu. Köyde intihar etti dediler. Kimselere de kendini anlatamadı.

Köy yankılandı. Fellah köyün sevilen bir delikanlısı… Herkesin işine koşan, yardım eden, işinin gücünün peşinde olan biri olarak bilirlerdi. Kimse onun için olumsuz bir şey konuşmazdı. Ancak gel gelelim bu baygınlık hikâyesi kafaları karıştırmıştı.

Ne oldu diye sorana bakamaz olmuş, utanır olmuştu. Sonra kendine de kızdı. Neden öyle bir şey yapmıştı ki? Diğer taraftan kızdan ses çıkmadığı için iyice umutsuzluğa kapılmış ve cevabın olumsuz olduğunu düşünmüştü.

Uzun bir zaman onu görmedi. Ortada yoktu. Çeşmenin oradan her geçişinde kalbini bir heyecan kaplıyordu. Sonra o heyecan bir kalp kırıklığına dönüyordu. Neler olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu.

Fellah baranlarla uğraşırken yine tarlada sıcağın altındaydı. Her sene bir şehirli gelir; bağ, bahçe yapmaya heves ederdi. Fellah sabırla onlara yardımcı olurdu. Elbette bu baranların, fidelerin, ekinin bir karşılığı olurdu. Bağ, bahçe ile uğraşmak kolay değildi. Fellah davar gütmeye de giderdi. Davarların bazen koşturarak kaçması fellahı zor durumda bırakırdı. Hepsini bir araya toplayabilmek pekte kolay olmazdı. Genellikle de bu durum her köylünün başına gelirdi. Kimisi çok uzağa kaçan mandanın peşinden traktörle gider, inatçı hayvanı mecburen traktöre bağlayarak geri getirirdi. O zaman traktöre bağlı hayvandan öyle güçlü bir ses çıkardı ki sanki köye bir canavar geldi sanırdınız. Kimisi de sabırla koşar, yakalardı. Fellah’ın sürüsünün üç buzağısı vardı. Renkleri de birbirinden farklıydı; kahverengi, sarı ve siyah. Yavruların gözleri de çok güzeldi. Uzun kirpikleri ve güzel bakışlarıyla ceylana benziyorlardı. Fellah çobanları olmasına karşın çobanla birlikte sürüye de bakardı. Sürünün koruyucusu olan bir tane köpekleri vardı. Sevimli bir köpekti. Hayvanlarla, tarla işleriyle vakit geçiriyordu. Kendini çiftlik işlerine vermişti. Bu sebepten bir zaman kızı düşünmedi. Ara sıra aklına geliyor ancak kendini oyalayacak bir şey buluyordu. Bir gün onu çeşme başında görene kadar…

Kız yüzü pembe pembe utangaç, göz ucuyla bakıyor. Fellah bu defa gitmeyecekti. Traktörü çeşmenin yakınına çekti. Ve traktörün önünde durdu. Çeşmedeki kızlar suları hızlıca doldurup ortadan kayboldular. Kız başını kaldırmadan suyu dolduruyordu. Fellah adım attıkça kızın nefesi hızlanıyordu. Delikanlının kafası çok doluydu, kızdaki heyecanı görse de önemsemedi. Çok yaklaştı, kendine doğru çekti. İkisi de nefessizdi sanki fellahın kalbi yerinden fırlayacakmış gibiydi.

-“ Neden bir cevap yazmadın?” dedi sert bir şekilde. Genç kız anlamamış gibi sadece bakıyordu. Fellah dalga geçer gibi davrandığını düşünmüş ona sinirlenmişti.

-“Mektup diyorum, mektup!” Fellah onu omuzlarından sallamaya başladı. Genç kız, sessizliğini bozacaktı artık, canı yanmış olmalı ki fellaha bağırdı.

-Ee, yeter be!” dedi.

Kız az önce kendi öyle çıkış yapmamış gibi utangaç tavırlarına devam etti. Fellah bu defa yumuşak bir ses tonuyla sordu. Gül İpek anlatmaya başladı.

-Babam o gece ansızın odama girdi. Ben mektubu okuyordum hemen arkama sakladım ancak sakladığımı fark etti ve elimden mektubu aldı. Önce bana vurdu sonra bağırdı. Seninle aramda bir şey olduğunu ya da olacağını düşünüyordu. Bana ceza verdi. Aylarca evde cezalıydım. Aramızda bir şey olmasını istemediğini söyledi.

Fellah hiç aklından böyle bir şey geçirmemişti. Kızı böyle bir zor duruma düşüreceği aklına gelmemişti. Kızgınlığı yerini pişmanlığa bırakmıştı. Üzgünüm diyebildi. Fakat kız ilgisiz değil gibiydi. Nasıl öğrenebilirdi diye düşündü.

_ “ Seni bir daha görme şansım olur mu?” diye sordu genç adam.

_ “Bilmem şimdi gitmem lazım babam beni görmese senle iyi olur!” dedi. Kızdan bir söz almalıydı. Kestirip atmamıştı.

_ “ Bir daha çeşmeye su almaya ne zaman gelirsin?” dedi.

Kız biraz düşündü. Haftaya bu gün aynı saatte diye cevap verdi ve hızlıca çeşmenin oradan ayrıldı.

Fellah yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Onun da gönlü vardı diye düşündü. İçi rahatlamıştı. Sonunda yüzü gülmüştü.

Eve gittiğinde neşeli tavırları dikkat çekmişti. Annesi  bu halinden memnun ona sofra kurdu. Kardeşinin yanağından makas aldı. Islık çalarak etrafta dolaştı. İçi içine sığmıyordu. Haftayı nasıl bitirirdi bilemiyordu ama olsun sevgisi tek taraflı değildi en azından.

Çarşamba günü gelip çattığında çeşmenin başında kızı beklemişti. Ancak gelen giden yoktu. Başı dertte mi acaba diye düşündü belki de evden çıkamadı. Başını eğmiş, ayağının ucundaki taşı ileri doğru fırlatmıştı. Gelmemişti, yine umutlanmış yine umutları gitmişti. Sabahta erkenden duş almış, temizlenmiş, kokular sürmüştü. Hatta tıraşta olmuştu.  Yarım saatten fazla beklemişti.

Kimsenin keşfetmediği bir yer vardı. Gizli bir kanyon gibi… Alabildiğine yeşillikler, dağ yamaçları, çiçekler. Dere kenarında bir yer… Dağ keçileri var o bölgede. Keçileri severdi. Çok güzel hayvanlardı. Nasıl hemen dağın yamacına çıkıveriyorlar. Grup halinde geziyorlar tepeye farklı yerlerden çıkıyorlardı. Ne çok şey öğrendiğini fark etti.

 Kanyona gelmişti. Burası onun tüm sorumluluklarından kaçtığı, nefes aldığı yerdi. Fakat aklına takılan bir soru vardı. Bu gelmeyişler ne demekti?

 Tüm bunlar olurken, içinde belirlen pişmanlık duygusu neydi? Kendisiyle yüzleşmekten çekinen bir hali vardı. İtiraf bile edemiyordu. İçinde iki ses vardı biri konuşmak istiyor diğeri de sus diyordu.

-“Sussss!” Ama susmuyordu ki…

_ “Allah aşkına!” dedi.

 Uzaktan bir yabancı bakıyor olsaydı, biriyle kavga ediyor sanabilirdi. Fakat bunun o an için önemi yoktu.

Birkaç sene önceydi, kardeşi bir delikanlıyı sevmişti. Ailesi karşı çıkmıştı. Anne –babası onaylamadığı için sırf o da karşı çıkmıştı. Aslında her şeyi annesi yapmıştı. O kadar zor bir kadındı ki, bir türlü kardeşine kimseyi yakıştırmıyordu. Kız kardeşi çok sevmiş olmalıydı ki, delikanlıyla kaçmaya çalışmıştı. Kız kardeşinin elinde valiz, çocukla el ele arabaya binmek üzereyken yakalamıştı. İşte o an, kardeşini arabadan çekip çıkardı, kızın suratına okkalı bir tokat attı. Adam önüne geldiğinde ona da vurdu ve yıkıl karşımdan dedi. Sürükleyerek, kardeşinin ağlamasını önemsemeden eve götürdü. O gece onu sürüklerken, evin yanan ışığı, annesinin curcunası, kızı mahvetmişti. Tüm köy biliyordu artık. Bir süre insan içine çıkamadı.

O gece olanlar iki kardeşin arasındaki bağı zedelemişti. Fellahın kardeşi Zeynep ne zaman ağabeyi ona yaklaşsa, dokunsa hep titrer, korkardı. En yakın arkadaşı da Gül İpekti. Gül İpek olanı biteni bilirdi. O dönem onun yüzüne bile bakmamıştı. Belki de bu davranışı hak etmişti. Eğer başka bir engel varsa diye aklından geçirdi ama kabul edemiyordu. Akşama kadar nehir kenarına oturdu.

Akşam eve geçtiğinde herkesin onu merak ettiğini fark etti. Bütün gün ortada yoktu ne de olsa. Yemek yemeden odasına gidip yattı. Kız kardeşi usulca kapıyı vurdu, içeri girdi. Yanına oturdu.

_ “Neyin var?” diye sordu.

_ “Bugün buluşmaya gelmedi!” dedi dudaklarını aşağı doğru eğerek.

-“ Gül İpek mi?”

-“Evet!” dedi fellah.

-“Şimdi anlaşıldı bu halin.” Sonra devam etti konuşmaya:

-“ Üzülme, ben konuşurum Gül İpek’le” dedi. Fellah heyecanla yataktan zıpladı.

-“Gerçekten mi?” dedi.

-“ Yarın sabah bir kahveye gider duruma bakarım” dedi. Genç adam sevinçle kardeşine sarıldı. Kız odadan çıktı.

Fellah pekte umutlu değildi. Kendi kendine artık bu sevdadan vazgeçmesi gerektiğini düşünüyordu. Seven insan böyle yapar mı? Gelirdi, gelemezse haber ederdi. Dalga geçiyor herhalde diye düşündü, bu düşüncelerle boğuşurken uyumuştu.

Sevda, sabah erkenden giyinip evden çıktı. Gül İpek, onun gelmesine şaşırmadı. Onu karşıladı. Gülümsemiyordu oldukça ciddi duruyordu. Sevda çaktırmadı:

-“ Sana kahveye geldim arkadaşım” dedi. Gül İpek,

-“ Hay, hay!” dedi.

Annesi etrafta dolaşıyordu. Kahveleri alıp bahçeye çıktılar. Havada güzeldi.  Dallarda çiçekler, kuş sesleri, yeşillikler içinde ne kadarda huzurlu görünen bir andı.

-“ Anlat bakalım!” dedi Fellahın ablası. Gül İpek birden anlamamış gibi baktı sonra anlatmaya başladı.

-“ Babam beni başkasına verecek. Ne desek anlatamadık, günlerdir bunun kavgasını ettik. Köyün en zenginlerindenmiş. Bu çağda sanki başlık parası kalmış. İş ortaklığı yapacaklarmış. Maalesef başka çarem yok” dedi ve ağlamaya başladı. Sevda sarıldı, sakinleştirmeye çalıştı.

Gözlerindeki yaşı silerek,

“ Ben seviyorum fellahı” dedi. “Fakat elimden bir şey gelmiyor” diye devam etti.

Sevda fısır fısır Gül İpeğinin kulağına eğilmiş, bir şeyler fısıldıyordu.

Sevda sonra kalktı, “ben gideyim” dedi.

Gül ipek onu kapıdan geçirdi. Sevda her şeyi fellaha anlattı. Fellah elini duvara vurdu sinirle,

-“Olamaz” dedi. Kardeşi onu sakinleştirmeye çalıştı.

-“ Kaçıracağım!” dedi Fellah. Gece üç gibi Gül İpeklere gideceksin, Gül seni bekleyecek” dedi Sevda.

Fellah, sabırsızlıkla gece yarısının olmasını bekledi. Oda’da kapının yan tarafında duran bir saat vardı, saat başı yastıktan başını kaldırıp bakıyordu. En son saat iki buçuktu gözünü açtı. Bir küçük çanta ile babasının traktörünü aldı, sessizce evden çıktı.

Gül İpeklerin evinin önüne gelmeden bir iki ev öncesinde traktörü bıraktı. Yürüyerek gitti. Gül İpek’in odasının önünde cama taş attı. Gül İpek, camdan baktı, başını salladı. Hemen eşyalarını aldı ve sessizce kapıdan çıktı.

Fellah elindeki çantayı aldı, bahçe kapısından çıkmak üzere iken evde ışıklar yandı, sesler yükselmeye başladı. Elinde silahla Gül İpek’in babası çıktı.

-“ Kıpırdama seni vururum!” dedi. Gül İpeği kendine çekti ve fellaha silaha yöneltmeye devam etti.

-“ Seni bir daha bu kızın etrafında görmeyeceğim!” dedi. Fellah şoktaydı. Kızın annesi kapıdan göründü.

-“Yetişin komşular!” diye bağırmaya başladı. Kızın babası, kadının içeri girmesini istedi. Bu sırada Fellahın annesi ve babası da gelmişti. Gerilim iyice büyümüştü.

Fellah bu sahneyi anımsadı. Kardeşine yaşattığını yaşamıştı. İçine bir acı çöreklendi. Çünkü bu geceyi kız kardeşi ayarlamıştı. Bu planı o yapmıştı, yakalanmasına da o sebep olmuştu. Gül İpek, annesinin sürüklemesi ile odasına çıkmıştı. Kız ağlamaktan helak olmuştu. Camdan ay vuruyordu odasına, camı açtı. Tıpkı o gece gibi, gökyüzü harikaydı. Rüzgâr saçlarını okşuyor, yıldızlar parlıyordu. Gözlerinden yaşlar akarken, olanı biteni düşünüyor, nefes alamıyor gibi hissediyordu. Gözlerini kapatıp, rüzgârı içine çekti. Gökyüzü hareketlendi, parlak bir şey hareket etti. Az önce bir yıldız kaymış olmalı… Köye baktı, yüzünde alaycı bir tebessümle, “sevdiğin adamla evlenmek mucize burada!” dedi ve kendini boşluğa bıraktı. Yere doğru düşerken gözlerinin önüne fellahın yüzü gelmişti. Sanki ona doğru koşuyor gibi kollarını açtı ve yere düştü.