Benim yakından tanıdığım sizlerin de tanımanızı istediğim Uzman Psikolog Büşra Yüce ile bu ay bir röportaj gerçekleştirdik. Güncel konulardan, merak edilen konulardan bahsettik. Keyifle okumanız dileğiyle…

Ben çok yakından tanıyorum ama:)  öncelikle sizi yakından tanımak isteriz; biraz kendinizden bahseder misiniz?

Ben uzman klinik psikolog Büşra Yüce. 1991 yılında İstanbul’da doğdum. İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji lisansımı tamamladıktan sonra, Üsküdar Üniversitesi’nde de Klinik Psikoloji yüksek lisansımı tamamlayarak mesleğimi icra etmeye devam ettim.  Psikoloji alanındaki birçok eğitime katılım sağlamaya çalıştım. Psikolojik testler, nöropsikolojik testler, gelişim testleri, çeşitli terapi eğitimleri. Tek bir ekole bağlı kalmadım. Çünkü danışanların problemleri tek bir ekolle çözülmeyebilir. Psikolojide bazen birkaç ekol kullanarak ilerlemek gerekir; bu yüzden bilişsel davranışçı terapi, şema terapi, psikanaliz, kısa süreli çözüm odaklı terapi ve sanat terapisi başlıca kullandığım terapi yöntemleri diyebiliriz. Öğrencilik hayatımda stajlara oldukça önem verdim. Benim için teori, teoride kalmamalıydı. Birçok gönüllü projede ve stajda yer aldım. Psikologlar için uygulamalar çok önemli. Aslında bu soru sanırım kişisel özelliklerimi de kapsıyor fakat bu etik olmadığından oralara girmiyorum:) İnsanım ben de işte. Seven, sevilen, üzülen, sevinen… Bir de kendimi tanıtmaktan ziyade aslında, insanların beni nasıl tanımladığı önemli sanırım deyip kişisel sınırlarımı aşmamış olayım:)

Sizin hayatınızda psikoloji ne kadar yer kaplıyordu? Neden psikoloji bölümünü seçtiniz?

İnsan davranışları, yaklaşık ergenliğimden beri dikkatimi çekmiştir. Gözlem yapmayı seviyorum, sanırım bundan kaynaklı. Bir Kafede otururken, bir çocuk parkında, toplulukların bulunduğu yerlerde hep gözlem yapmışımdır diyebilirim. Malum şimdi pandemi bunu biraz kısıtladı ama film izlemek gibi diyebilirim. Sanırım bu bahsettiğim insan davranışlarını gözlem merakımla başladı her şey. Davranışları sorgularken, neden- niçin diye düşünürken, üniversite tercihlerimde psikoloji dışında bölüm yazmadım, ve sonuç karşınızda 🙂 Lisedeyken arkadaşlarımla oturup terapicilik oynardık 🙂 Evet hoşgeldiniz, derdinizi anlatmak ister misiniz? gibi ergen cümleleriyle hem kendimizce eğlenir hem de bugünlerin inşasını yaparmışız meğer… 

Pandemi döneminde yüz yüze terapi yapabildiniz mi?

Evet, yüz yüze terapilere devam ettim, ediyorum. Maske, mesafe, psikolog diyerek hijyen kurallarına özen gösterdim:) Hem danışanlarım hem kendim bu konuda hassas davrandık. Seans aralıklarımı buna göre düzenledim. Odam ve bekleme salonu havalandırıldı. Danışanlar birbirleriyle karşılaşmayacakları şekilde saatler oluşturuldu ve yüz yüze terapilerimize kısıtlama getirmedik.

Sizce yüz yüze yapılmayan online terapiler doğru mu?

Şöyle ki, bence online terapiden de verim alınıyor, ilerleme sağlanıyor. Aslında önemli olan şu; kişinin jest ve mimiklerini “karşınızdaymışçasına” görebiliyorsanız online terapi güzel bir iletişim şekli. Ya da danışanımın online terapiden yanıt alamadığını, kendisini online’a adapte edemediğini gözlemlediğimde yüz yüze terapi alması gerektiğini sebepleriyle açıklıyorum. Çünkü terapide kişinin verdiği doneler önemli. Elini konumlandırışı, çevreye bakışı, kendini ifade etme şekli… Gibi bir çok unsur var. Bunlardan ulaşmam gereken bir tanesine bile ulaşamazsam, online terapinin pek bir anlamı kalmaz. Şükür ki bu zamana kadar online terapilerde böyle engelleyici bir durumla karşılaşmadım. Çünkü teknoloji devri ve insanlar online terapinin de gerekliliklerine uyum sağlıyor.

Kısacası, sağlıklı bir iletişim kurmayı başarabiliyorsak karşılıklı olarak, online terapiyi de verimli buluyorum, buluyoruz. Ama bazı durumlarda online terapiyi önermiyorum. Örneğin, çocuklar için oyun terapisini bile online ortama döken bazı kişilerle karşılaşıyorum. Bunlar biraz üzücü. Çünkü oyun terapisi çocuğun, oyuncaklarla bezenmiş bir ortamda terapist gözleminde oyun oynamasıdır. O an çocuğun sizi oyununa davet etmesi, etmemesi bile önemli. Bunu onlinedan sağlamak nasıl mümkün? Zaten danışanlarımla ilk seansı planlamadan önce online ve yüz yüzdelik hakkında planlama yapıp, görüşlerimi bildirip, süreci öyle başlatıyorum.

Bu dönem sizin için nasıl geçti? Neler yaptınız?

Bu dönem kendini tekrarlayan bir dönem. Kapanmalar, açılmalar, yeni normali eski normalle karıştırmalar:) Derken, aslında benim için de herkesin hissettiği gibi; başlarda belirsiz gelen bir süreçti. Sonra alıştığımı fark etme evresine geçtim. Alışmışım. Korktum mu? Evet, korktum. Endişelendim mi? Evet, endişelendim. Ve bir bakmışım Covid-19 içimizden biri hâline gelmiş. Ben de evde ekmek yapmayı denedim, spora vakit ayırmaya çalıştım. Tabii bir yandan da çalıştığım için aslında çok kapalı bir süreç yaşamadım sanırım. Ama herkes gibi şunu anladım; evde de yapılabilecek çok güzel etkinlikler varmış 🙂 Sanırım bu toplumsal aydınlanmamız.

Pandemi dönemi herkesi etkiledi, bu süreci daha olumlu yapabilmek adına önerileriniz var mı? İnsanlar nelere dikkat etmeli?

Öncelikle kötü senaryolardan kaçınılmalı. Topluma bakınca aslında covid-19’u atlatanlar, hiç covid-19’la yolu kesişmeyenler, hastalığa –her şeye rağmen!- inanmayanlar, bir yakınını kaybedenler, bir yakını covid’i atlatmış olanlar vesaire vesaire… Yani bir çok grup var. Herkesin bakış açısı, dünyayı algılama şekli farklı olduğundan herkese farklı şekilde yaklaşmak isterdim aslında. Ama bilimsel olarak böyle bir durumla karşı karşıyayız ve ölümcül bir virüs.

Bu süreci olumlamak adına ne yapmak gerekir sorunuza dönecek olursam; kişinin psikolojik sağlamlığını pozitif yönde geliştirmesini öneririm. Güçlü bir ruh hâli ve kişinin kendini iyi hissedebilme yeteneği olarak tanımlayabiliriz bunu.

İlişkilerde insanlar en çok hangi konuda hatalar yapıyorlar?

İletişim, iletişim, iletişim. Tabii ki yanlış yapılan bir iletişimden bahsediyorum. İki farklı bireyden bahsediyoruz. Dinamikleri farklı, cinsiyetleri farklı, yetiştikleri aile farklı… Farklı ortamlardan ve deneyimlerden geçerek bir araya gelen insanlar ne yazık ki en temel gereksinimimiz olan iletişimde hatalar yapınca, ilişkisel sıkıntılarla karşı karşıya kalınıyor.

İletişim hatasından sonra ise; güvensizlik problemiyle sıkça karşılaşıyorum. Baskılar, dayatmalar… Aslında bu da iletişimin bir alt grubuna girebiliyor bazen. Yakından bakmak gerek.

Sağlıklı bir flört, evlilik nasıl olmalı?

Bireyin kişisel alanı olmalı. İki taraf da bu alana saygı duymalı. Bir şeyleri canlı tutabilmek çok önemli. Bilim aşka ömür biçmiş; 2-3 sene sürer demiş ama bunun bir sebebi var. Vücut şunu söyler: “ Siz 2-3 sene birbirinize kör kütük aşık kaldınız. Midenizde kelebekler uçtu.  Bu romantik aşktır. Ama artık bir bebeğiniz olmalı, bir düzene girmelisiniz ve aşkınıza bir de böyle devam etmelisiniz. Yoksa aileyi, düzeni nasıl yürüteceksiniz gözünüz birbirinizden başka bir şey görmezken? Bu da olgun aşktır.” Yani aşk aslında bitmiyor, sadece şekil değiştiriyor. Romantik aşk sürecinden, olgun aşka geçiyor.

Son günlerin önemli konularından biri de kadına şiddet. Kadına şiddet uygulayan erkeğin psikolojisi nasıldır? Neden şiddet uygular?

Kadına, erkeğe, hayvana, bitkiye… Bir canlıya uygulanan şiddetin tek temeli vardır: Eksiklik, yetersizlik, bazen de sevgisizlik… Bu his davranışa döküldüğünde; kendini kanıtlama ihtiyacı, kendini gösterme, üstün gelme, gücünü kanıtlama isteği şeklinde görülür.

Çocukluk yaşantıları da bu yüzden çok önemlidir. Şiddet gören çocuk, şiddet uygular. Şiddet gören çocuk, gücünün yetmediği birinden şiddet gördüğü için bu hale gelmiştir. Şiddetin bir çocuklukta şiddet görme kolu var, bir de başka eksikliklerle bağlantılı olma durumu var. Bunlara bakmak gerekir.

Erkek çok sıra dışı bir durum söz konusu değilse; bu sebeplerden kaynaklı şiddet uyguluyordur diyebiliriz.

Bir kadın sağlıksız, şiddet eğilimli bir erkeği nasıl tanır? Tanıyabilir mi?

Öfke? Kızdığında verdiği tepkiler? Ailesine, arkadaşlarına karşı davranışı nasıl?

Bir kafeye gidildiğinde, bir ortama girildiğinde tanımadığı insanlara karşı yaklaşımı nasıl? Sevmeyi, sevilmeyi yorumlayışı nasıl? Küçükken nasıl sevilmiş? Yeterli miktarda sevilmiş mi?

Aslında küçük küçük sinyaller mutlaka verir. Ama bu sıraladığım soruları kadınlar kendi kendilerine gözlemleyip bir cevaplamalılar.

Terapilerde aile dinamiklerini görüyorsunuz. Sizce Türkiye’de çocuk yetiştirme konusunda ailelerin tutumu nasıl? Gelişmeler var mı?

İnsanlar eskiye göre daha çok araştırıyorlar. Bu konuda kitaplar okuyorlar, uzman desteği alıyorlar. Toplumsal bilinç arttı diyebilirim. Fakat bazı aileler fazla tavizkâr davranabildikleri gibi bazı aileler de aşırı koruyucu davranabiliyorlar. Bu yaklaşım; çocuğun kişilik gelişimini de olumsuz etkiliyor ne yazık ki. Çocuk yetiştirmede tutarlı ve istikrarlı olmak çok önemlidir.

Aileler çocuk yetiştirirken nelere dikkat etmelidir?

Bu soruya biraz bir önceki soruda da cevap vermişim sanırım 🙂 Detaylandırır mısınız derseniz;

Çocuğun sosyal ve bilişsel gelişimine dikkat etmeliler. Bir yandan da fanusta çocuk yetiştirmemeliler. Çocuk problemleriyle başa çıkmayı öğrenebilmeli, düştüğünde anne-babasının onu kaldırması yerine; kendi çabasıyla kalkmalı. Yaşına uygun sorumluluklar edinerek büyümeli.

Stres ve kaygıyla nasıl baş ederiz?

Vücudu gevşetmek ve rahatlatmak çok önemli. Kaygımızın, korkumuzun kaynağını iyi tanıyor olmak ve vücudumuzun buna verdiği tepkileri biliyor olmak da oldukça önemli. Örneğin; mide ağrısı yaşayan bir kişi bu şikâyetiyle doktora gidiyor fakat hiçbir fizyolojik olumsuzluk saptanmıyor. Psikolojik diyorlar.

Başka bir kişi, mide ağrısı yaşıyor. Daha önceden doktora gitmiş ve midesinde fizyolojik bir sıkıntı olmadığını biliyor. Bu kişi diyor ki “bugün çok stresliydim, mideme vurdu, başıma vurdu.” Gibi.

Yani vücudumuzun neye nasıl tepki verdiğine biraz kulak vermemiz gerekiyor.

Vücudu gevşetmek ve rahatlatmak için de nefes ve gevşeme egzersizleri öneriyoruz genellikle. Şu da unutulmamalı; herkesin gevşeme ve rahatlama sağlayacağı egzersiz farklılık gösterebilir. Ayrıca, hiç yoktan temiz havada günde 5 dakika bile olsa tempolu bir yürüyüş de iyi gelecektir.

  1. Kaygınızı tanıyın
  2. Nasıl başa çıktığınızı keşfedin
  3. Başa çıkamadığınızda neler oluyor?
  4. Kaygınızla gerçekten doğru baş etme yöntemini bulabildiniz mi? Yoksa uzman desteğine ihtiyaç duyulacak bir seviyede mi kaygı yaşıyorsunuz?

Bu soruları herkes kendisine bir sorsun derim.

Çocuklarda sınav kaygısı peki?

Sınav kaygısına değinecek olursak; bir miktar kaygı evet gerekli. Bahsedilen gevşeme teknikleri denenebilir. Fakat sınava girecek kişi gevşeyemediğini düşünüyorsa, denemelerde terliyor, titremeler, sıcak basmaları yaşıyorsa destek mutlaka şart.

Sınav kaygısında ailelere de büyük görev düşüyor. Baskıdan kesinlikle kaçınmalılar. Öğrenciyi motive etmeleri gerekiyor. Sınavın dünyanın sonu olmadığını, herkesin bu yollardan geçtiğini ve çocuklarının yanında olduklarını hissettirmeleri gerekiyor.

Ayrıca sakın ha sakın komşu çocuklarıyla, akrabalarla kıyaslamak yok.

Özel bir konuyu da gündeme getirmek istiyorum: Çocuklara yönelik tacizler olduğunda toplumsal bir üzüntü içerisinde oluyoruz. Böyle bir deneyimi yaşayan aileler de farklı duygular içerisinde olabiliyor. Peki, çocuğun durumuna katkı sağlamak adına hem de kendi ruhsal dengelerini korumak için aileler ne yapmalıdır?

Her ne yaşanırsa yaşansın, onu sevdiklerini her fırsatta dile getirmeliler. Çocuklarının travmasını tetikleyici söylem ve davranışlardan kaçınmalılar. Olay karşısında güçlü ve dik durmasını beklememeliler. Çocuk, bu olaydan sonra ağlamak istiyorsa ağlamalı, bağırmak istiyorsa bağırmalıdır. Aileler, kendi duygu ve hislerini çocuğa yansıtmamalıdırlar. Çocuğun kendisini suçlu hissetmemesi ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünmemesi sağlanmalıdır. Ailenin sevgisinden bir şey kaybetmediğini hissettirmek de oldukça önemlidir. 

Ayrıca travma sonrası çocukların verdikleri tepkiler yaş gruplarına göre değişkenlik göstermektedir. Anne-baba bu tepkileri iyi izlemelidir. Tepkilere karşı her zaman sevgiyle ve ilgiyle karşılık verilmelidir.

Ve uzman desteği… Hem aile hem çocuk için önemli ve es geçilmemesi gereken bir ihtiyaç.

İyileştirilmeyen travmalar, daha büyük sorunlara sebebiyet verir.

Çocuğun kendisini suçlu görmemesi de tekrar söyleyeyim, çok önemli. Aile bu konuda bilgi sahibi değilse, mutlaka bir psiko-eğitim verilmelidir.

Bir çok workshop  düzenliyorsunuz. Hangi konular üzerinde ağırlıklı olarak çalıştınız? Yine workshoplarınız olacak mı? Planlarınızda varsa içeriği hakkında bilgi verir misiniz?

Bu sene teknoloji bağımlılığı, psikolojik sağlamlık, anksiyete, obsesif-kompulsif bozukluk grup terapileri, psikoloji sohbetleri, masal ve sanat atölyelerinde yer aldım. Hepsi çok keyifli ve kıymetliydi. Workshoplara devam tabi ki:)Planlamalarım yine en çok ihtiyaç duyulan konular üzerine olacak. Fakat şöyle bir şey yaşayabiliyorum; mesela durup dururken aklıma bir fikir geliyor; aaa bunun da workshopını yapabilirim aslında deyip… Yola koyuluyorum. İçerikler sürpriz gelişebiliyor, o yüzden sürpriiizzzz diyelim, öyle kalsın şimdilik:)

Ben sizi genç bir girişimci olarak görüyorum, okul hayatında çalışırken, danışmanlık yeri açtınız; Böyle bir zamanda cesaret etmenizden dolayı da tebrik ediyorum. Nasıl karar verdiniz? Nasıl gidiyor?

Çok teşekkür ederim bu gönülden tebriğiniz için. Okul ortamında çalışırken klinik alanı özlüyor insan. O süreçte de dışarıdan danışanlarım vardı tabii, çünkü klinik vazgeçemeyeceğim bir alan. Yüksek lisansım süresince hastanedeki deneyimlerimin keyfini nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Ama okul da güzeldi ve keyifliydi. Aileler ve çocuklarla etkileşimde olmak çok keyifliydi. Karşınızda tatlı yanaklı bir şey oturuyor düşünsenize; Çocuklar çok netler. Onlarla da güzel ilerlemeler kaydediliyor. Okulda da klinikte de aslında ortak nokta: Davranışlar ve hissettirdikleri. Sebepler ve sonuçlar. Yani görev aynı, ortam biraz farklı. Bir de ilgilendiğiniz yaş grupları.

Şu anda da çocuk-ergen-yetişkin terapisi olarak devam ediyorum. Tohumu, fidandan, fidanı ağaçtan nasıl ayırabiliriz ki?

 Cesaret konusuna gelince, sanırım bunu hiç sorgulamadım. “Acaba?” demedim çünkü. Gerçekten 1 haftada gerçekleştirilen bir fiildi.Ve şimdi iyi ki diyorum.

Onun terapi odası “YEŞİL ODA”

Günümüzde çok sık okuyor ve duyuyoruz narsist insanlar gerçekten çok fazla mı var? Korkutan bir tarafı var, gerçekten korkmalı mıyız?

Narsistik kişiler, empatiden yoksunlardır. Ben merkezcidirler. Gerisini önemsemezler. Kendi üstünlükleri uğruna, diğerini harcama eğilimindedirler. Zaten yüksek nitelikteki insanlarla iletişim kurmak isterler. Bu da yine kendileri için olan bir istektir. Kendilerini eşi bulunmaz, benzersiz olarak tanımlarlar ve öyle gözükmek isterler. Duyguları soğuktur, çünkü bağları sadece kendileriyle güçlüdür. Kendilerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Toplumdaki prevalansı (görülme sıklığı) %1e yakındır. Bu biraz şaşırtabilir. Çünkü kendini beğenen her insana narsist diyemeyiz. Evet bazı narsistik özellikler taşıyabilir. Fakat narsist tanısı alması için bazı belirli semptomları belirli bir süre gösteriyor olmak gerekir.

Narsistler tehlikeli midir? Evet. Duygusal zararlar verebilirler. Çünkü özür dilemezler, pişmanlık yaşamazlar. Narsist bir kişiyle beraberseniz ya da çevrenizde bir narsist varsa, psikolojik olarak size zarar verebilir.Narsizm denince konu konuyu açar aslında. İç dünyalarındaki yetersizliği, kendilerini en iyi olarak etiketleyerek aşmaya çalışırlar diyebiliriz.

Gelecek için nasıl hayalleriniz var? Mesleki hedeflerinizden bahseder misiniz?

Her yeni bir gün, benim geleceğim. Genellikle yarın için hayaller kurarım.

Geniş yelpazede bir cevap vermem gerekiyor ama sanırım:)

Kısaca sevdiklerimle birlikte mutlu olmak ve topluma elimden gelen tüm faydayı sağlayabiliyor olmak diye özetleyebilirim.

Ne demiş Freud: “Sevmek ve çalışmak, çalışmak ve sevmek… Hayat bundan ibaret.”

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim:)

Başarılarınızın devamını diliyorum…

-Ben teşekkür ederim, çok güzel bir sohbet oldu benim için.

Bu arada iletişime geçmek isteyenler olabilir;

Web site: https://destpsikoloji.com/

İnstagram: uzmanklinikpsikologbusrayuce hesabından takip edebilirsiniz.

Telefon: 0532 414 04 72